1. Bölüm – Otele Varış
Gece, şehrin en sessiz saatinde otelin kapısından içeri girdim. Dışarıda rüzgâr bile susmuştu. İçeride ise zaman, duvarlara sinmişti. Loş ışıklar, eski halının üzerinde titrek gölgeler oluşturuyordu. Resepsiyon boştu. Zil yoktu. Bekleyen yoktu. Sadece sessizlik vardı — ve o sessizlik, tanıdık bir yalnızlık gibi üzerime çöktü.
Otelin içi, geçmişin izlerini taşıyordu. Duvarlar sararmış, tavan alçalmış, hava ağırdı. Ama bu ağırlık, rahatsız edici değil; sanki bir hikâyenin başlangıcı gibiydi. Adım attıkça ayaklarımın altındaki tahta zemin hafifçe gıcırdıyordu. Her gıcırdama, bir zamanlar burada yaşanmış bir anıyı uyandırıyor gibiydi.
Merdivenleri çıkarken, duvarlarda asılı duran eski fotoğraflara gözüm takıldı. Hiçbiri net değildi. Yüzler silik, bakışlar donuktu. Ama bir tanesi... bir tanesi bana baktı. Ya da ben öyle hissettim. O an, Zebercet’in adını hatırladım. Bu otel, onunla özdeşleşmişti. Ve ben, onun izini sürmeye gelmiştim. Belki de onun gölgesinde kendi sessizliğimi bulacaktım.
Oda numarası verilmedi. Sadece bir anahtar vardı. Paslı, ağır, üzerinde “3” yazılı. Üçüncü oda. Üçüncü gece. Üçüncü benlik. Kapıyı açtığımda, içeride hiçbir şey değişmemişti. Yatak örtüsü kırışık, masa boş, perde yarı açık. Ama en çok aynaya takıldım. Aynada kendimi değil, başka birini gördüm. Belki Zebercet’i. Belki onun yalnızlığını. Belki de kendi içimdeki yankıyı.
2. Bölüm – İz: Zebercet’in Gölgesi
Odanın içine adım attığımda, geçmişin kokusu burnuma çarptı. Toz değil, zaman birikmişti burada. Yatak örtüsündeki kırışıklıklar, bir zamanlar burada yatmış birinin izini taşıyordu. Masanın üzerindeki boş su bardağı, beklenmiş ama içilmemiş bir susuzluğu hatırlatıyordu. Her şey yerli yerindeydi — ama hiçbir şey canlı değildi.
Aynaya bir kez daha baktım. Bu kez kendimi değil, bir gölgeyi gördüm. Zebercet’in gölgesi. Belki de onun yalnızlığı, bu odada hâlâ dolaşıyordu. Belki de ben, onun yerine geçmiştim. Aynadaki silüet, bana ait değildi. Ama tanıdıktı. Gözleri boş, yüzü donuk, duruşu yorgundu. O an, bu otelin sadece bir mekân değil, bir zihin olduğunu fark ettim. Ve ben, o zihnin içinde yürüyordum.
Gece ilerledikçe odanın sessizliği derinleşti. Duvarlar konuşmuyordu ama sustukları şeyleri duyabiliyordum. Zebercet’in adımları hâlâ koridorda yankılanıyor gibiydi. Onun bekleyişi, onun özlemi, onun suskunluğu... hepsi bu odada bir iz bırakmıştı. Ve ben, o izleri takip ediyordum.
Yatağa uzandım. Gözlerimi kapattım. Ama uyumadım. Sadece dinledim. Sessizliği, gölgeleri, geçmişi. Bu otel, bir zamanlar bir adamın iç dünyasıydı. Şimdi ise benim içimde yankılanıyordu. Zebercet’in gölgesi, artık benimleydi. Ve ben, onun hikâyesinin bir parçası olmuştum.
3. Bölüm – Sessizlik: Konuşulmayanlar
Sabah olmadı. Zaman ilerlemedi. Odanın içindeki hava, geceyi tutuyordu. Sessizlik, artık bir boşluk değil; bir varlıktı. Duvarlar konuşmuyordu ama sustukları şeyleri duyabiliyordum. Her köşe, bir cümle saklıyordu. Her eşya, bir hikâyeyi içinde tutuyordu. Ama kimse anlatmıyordu. Çünkü bu otel, konuşmamak üzerine kurulmuştu.
Koridora çıktım. Ayak seslerim yankılandı. Ama kimse dönüp bakmadı. Resepsiyondaki görevli, başını kaldırmadı. Göz göze gelmedik. Sanki ben burada değildim. Ya da herkes, benim burada olmamı zaten biliyordu. Bu kabulleniş, ürkütücü değil; huzur vericiydi. Çünkü artık sessizliğin bir parçası olmuştum.
Otelin yemek salonuna girdim. Masalar boştu. Sandalyeler düzgünce yerleştirilmişti. Ama hiçbir tabak, hiçbir çatal yoktu. Sanki burada yemek değil, bekleyiş yaşanıyordu. Zebercet’in yıllarca beklediği o kadın gibi... Bu salon, onun sabrını taşıyordu. Ve ben, o sabrın içinde yürüyordum.
Bir masa kenarına oturdum. Gözlerimi kapattım. İçimde bir ses konuşmaya başladı. Ama bu ses bana ait değildi. Belki Zebercet’in iç sesi, belki otelin duvarlarının yankısı. “Konuşma,” diyordu. “Dinle.” Ve ben dinledim. Sessizliği, geçmişi, suskunluğu. Bu otel, bir hikâye anlatmıyordu. Ama bir hikâyeyi yaşatıyordu. Ve ben, o hikâyenin içinde sessizce ilerliyordum.
4. Bölüm – Ayna: Kendine Bakış
Odaya döndüğümde ilk işim aynaya bakmak oldu. Ama bu kez kendimi görmek için değil, kendimi kaybetmek için. Aynanın karşısında durdum. Gözlerim gözlerime değmedi. Çünkü aynadaki ben, ben değildim. Yüzüm tanıdık ama yabancıydı. Sanki bir başkasının hikâyesine girmiştim. Sanki Zebercet, bedenime sızmıştı.
Aynadaki silüet hareketsizdi. Ama içimde bir kıpırtı vardı. Bu kıpırtı, bir farkındalık değil; bir çözülmeydi. Kendime bakarken kendimi tanımamak, insanın en sessiz çığlığıdır. Ve ben, o çığlığı içimde yankılandırıyordum. Zebercet’in yalnızlığı, artık sadece bir anlatı değil; bir deneyimdi. Onun suskunluğu, benim iç sesim olmuştu.
Aynanın kenarında bir çatlak vardı. Bu çatlak, görüntüyü bölüyordu. Yüzüm ikiye ayrılmıştı. Bir tarafı tanıdık, diğer tarafı karanlıktı. Bu bölünme, içimdeki ikiliği yansıtıyordu. Otelin duvarları gibi ben de iki yüzlüydüm: biri dışarıda, biri içeride. Ve içerideki ben, sessizce Zebercet’e dönüşüyordu.
Bir sandalye çekip aynanın karşısına oturdum. Uzun süre baktım. Hiçbir şey söylemedim. Çünkü bazı bakışlar, kelimelerden daha gürültülüdür. O an, kendime değil; bir geçmişe bakıyordum. Bu otel, bir zamanlar bir adamın iç dünyasıydı. Şimdi ise benim içimde yankılanıyordu. Aynadaki ben, artık sadece bir yansıma değil; bir izdi. Ve ben, o izin peşinden gitmeye hazırdım.
5. Bölüm – Çıkış: Otelden Ayrılış
Sabah olmadı. Ama ben çıkmaya karar verdim. Otelin içindeki zaman, artık beni tutmuyordu. Zebercet’in gölgesiyle yeterince yürümüştüm. Aynadaki yüz, artık bana ait değildi. Ya da belki fazlasıyla bana ait olmuştu. Bu otel, bir geçişti. Bir iç yolculuktu. Ve ben, o yolculuğun sonuna gelmiştim.
Merdivenleri inerken ayak seslerim daha hafifti. Sanki bedenim değil, düşüncelerim yürüyordu. Resepsiyon hâlâ boştu. Anahtarı bırakmadım. Çünkü bu otel, anahtarla açılmıyordu. Bu otel, sessizlikle girilen bir yerdi. Ve sessizlikle çıkılıyordu.
Kapının önünde durdum. Dışarıda rüzgâr başlamıştı. Şehir uyanıyordu. Ama ben hâlâ gecedeydim. Zebercet’in gecesinde. Onun bekleyişinde. Onun suskunluğunda. Bu otel, bir adamın yalnızlığıydı. Şimdi ise benim içimde yankılanıyordu.
Kapıyı açtım. Işık gözlerimi aldı. Ama bu ışık, bir aydınlanma değil; bir vedaydı. Otelden çıktım. Ama otel, içimde kaldı. Zebercet’in aynasında kendime baktım. Ve artık biliyordum: bazı oteller terk edilmez. Bazı odalar kapanmaz. Bazı sessizlikler, bir ömür sürer.
— Murat Apay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder