1. Bölüm – Otele Geliş
Geceydi. Şehir, kendi içine kapanmıştı. Sokak lambaları solgun, kaldırımlar sessizdi. Bir kadın, adımları yavaş ama kararlı, eski bir otelin kapısına yöneldi. Elinde küçük bir çanta, yüzünde belirsiz bir ifade. Ne aradığı belli değildi. Ama bir şeyden kaçmadığı da açıktı. Bu geliş, bir sığınma değil; bir arayıştı.
Otelin kapısı ağır açıldı. İçerideki hava, dışarıdan daha soğuktu. Resepsiyon boştu. Zil yoktu. Sanki kimseyi uyandırmak istemiyordu. Kadın, içeri adım attığında zaman durdu. Loş ışıklar, duvarlardaki çatlakları gizlemeye çalışıyordu. Ama hiçbir şey gizlenmiyordu. Her şey olduğu gibiydi. Bu otel, kendini saklamıyordu. Ve kadın da artık saklanmıyordu.
Görevli görünmedi. Ama bir anahtar, masanın üzerinde duruyordu. Üzerinde “4” yazılıydı. Kadın, anahtarı aldı. Sormadı. Konuşmadı. Sadece yürüdü. Merdivenleri çıkarken, duvarlardaki eski fotoğraflara göz gezdirdi. Yüzler silikti. Ama bir tanesi... bir tanesi ona benziyordu. Ya da o öyle hissetti. Bu otel, onun geçmişinden bir parça taşıyor gibiydi.
Oda kapısını açtığında, içerideki hava daha da ağırlaştı. Yatak düzgün, masa boş, perde yarı açık. Ama en çok aynaya takıldı. Aynada kendini gördü. Ama bu kendilik, tanıdık değildi. Sanki yıllardır görmediği bir yüzle karşılaşmıştı. O an, bu gelişin bir son değil; bir başlangıç olduğunu fark etti. Ve aynadaki kadın, ona sessizce gülümsedi.
2. Bölüm – Yüzleşme: Aynadaki Kadın
Aynanın karşısında durdu. Yüzüne baktı. Ama bu bakış, tanıma değil; tanımsızlıktı. Gözleri, kendi gözlerine değmedi. Çünkü aynadaki kadın, onun geçmişinden bir yankıydı. Belki çocukluğundan, belki bir terk edilişten, belki de hiç yaşanmamış bir hayalden. Ama oradaydı. Ve susuyordu.
Odanın sessizliği, aynadaki görüntüyle birleşince bir iç ses yükseldi. “Neden buradasın?” diye sordu kendine. Ama cevap gelmedi. Çünkü bazı sorular, sadece sorulmak için vardır. Cevapları yoktur. Kadın, aynaya biraz daha yaklaştı. Yüzündeki çizgileri inceledi. Her çizgi, bir anıydı. Ama bu anılar, onun değil gibiydi. Sanki başka bir kadının hikâyesini taşıyordu.
Bir sandalye çekip aynanın karşısına oturdu. Zaman durdu. Dışarıdaki dünya sustu. Sadece içindeki yankı kaldı. Aynadaki kadın, ona bakıyordu. Ama bu bakış, bir yargı değil; bir kabul gibiydi. “Sen de bensin,” diyordu sessizce. “Ve ben de senim.” Bu yüzleşme, bir hesaplaşma değil; bir birleşmeydi. Kadın, kendi içindeki parçaları toplamaya başlamıştı.
O an, Zebercet’in beklediği kadın olabileceğini düşündü. Ama bu düşünce, bir gerçeklik değil; bir metafordu. Çünkü beklenen kadın, her zaman bir yansımadır. Ve o yansıma, bazen aynada değil; insanın içinde belirir. Kadın, aynadaki görüntüye son kez baktı. Gülümsedi. Ama bu gülümseme, bir zafer değil; bir kabullenişti.
3. Bölüm – Sessizlik: Konuşulmayanlar
Otelin içindeki sessizlik, kadının iç sesine dönüştü. Duvarlar konuşmuyordu ama sustukları şeyleri duyabiliyordu. Her köşe, bir cümle saklıyordu. Her eşya, bir hikâyeyi içinde tutuyordu. Ama kimse anlatmıyordu. Çünkü bu otel, konuşmamak üzerine kurulmuştu. Ve kadın, bu sessizliğin dilini öğrenmeye başlamıştı.
Koridorda yürürken ayak sesleri yankılandı. Ama kimse dönüp bakmadı. Resepsiyon hâlâ boştu. Zaman ilerlemiyordu. Kadın, bir zamanın içinde değil; bir hâlin içinde yürüyordu. Bu hâl, geçmişle bugünün arasında sıkışmış bir sessizlikti. Ve o sessizlik, kadının içindeki yankıyı büyütüyordu.
Yemek salonuna girdi. Masalar boştu. Sandalyeler düzgünce yerleştirilmişti. Ama hiçbir tabak, hiçbir çatal yoktu. Sanki burada yemek değil, bekleyiş yaşanıyordu. Zebercet’in yıllarca beklediği o kadın gibi... Bu salon, onun sabrını taşıyordu. Ve kadın, o sabrın içinde yürüyordu.
Bir masa kenarına oturdu. Gözlerini kapattı. İçinde bir ses konuşmaya başladı. Ama bu ses ona ait değildi. Belki Zebercet’in iç sesi, belki otelin duvarlarının yankısı. “Konuşma,” diyordu. “Dinle.” Ve kadın dinledi. Sessizliği, geçmişi, suskunluğu. Bu otel, bir hikâye anlatmıyordu. Ama bir hikâyeyi yaşatıyordu. Ve kadın, o hikâyenin içinde sessizce ilerliyordu.
4. Bölüm – Geçiş: Zamanın Çözülüşü
Otelin içinde saat yoktu. Zaman, duvarlara sinmişti. Kadın, ne sabahı bekliyordu ne geceyi bitiriyordu. Her şey bir aralıkta kalmıştı. Bu aralık, ne geçmişti ne gelecek. Sadece şimdi vardı. Ama bu “şimdi”, tanıdık değildi. Sanki zaman, kendi içinden çözülüyordu.
Aynaya bir kez daha baktı. Bu kez görüntü titriyordu. Yüzü, şekil değiştiriyor gibiydi. Gençlik, yaşlılık, çocukluk... hepsi aynı anda beliriyordu. Kadın, kendi zaman çizgisini kaybetmişti. Bu otel, onun zamanla olan bağını çözüyordu. Ve bu çözülme, bir kayboluş değil; bir geçişti.
Koridorda yürürken adımları yere değmiyordu. Sanki beden değil, düşünce ilerliyordu. Duvarlar soluyor, ışıklar sönüyor, sesler uzaklaşıyordu. Kadın, bir mekânda değil; bir hâlde yürüyordu. Bu hâl, Zebercet’in bekleyişinden doğmuştu. Ve şimdi onun içinde yankılanıyordu.
Bir pencere kenarına oturdu. Dışarıda gece vardı. Ama bu gece, gökyüzünde değil; onun içindeydi. Zamanın çözülüşü, kadının içsel dönüşümünü hızlandırmıştı. Artık neyi beklediğini bilmiyordu. Ama beklemekten vazgeçmemişti. Çünkü bazı bekleyişler, bir sonu değil; bir kendiliği doğurur. Ve kadın, o doğumun eşiğindeydi.
5. Bölüm – Ayrılış: Aynadan Çıkmak
Sabah olmadı. Ama kadın kalktı. Aynaya son kez baktı. Bu kez kendini gördü — ama tanıdığı hâliyle değil. Değişmişti. Yüzü aynıydı, ama bakışı farklıydı. Aynadaki kadın artık bir yansıma değil; bir tanıklık hâline gelmişti. Bu otel, onun içindeki sessizliği şekillendirmişti. Ve şimdi o sessizlik, bir karar gibi duruyordu gözlerinde.
Odanın kapısını açtı. Koridor hâlâ loştu. Merdivenler sessizdi. Resepsiyon yine boştu. Ama bu boşluk, artık ürkütücü değil; tanıdıktı. Kadın, bu sessizliğin bir parçası olmuştu. Ve şimdi o parçayı yanında taşıyordu. Otelden çıkmak, bir mekândan ayrılmak değildi. Bir hâlden çıkmaktı. Bir aynadan uzaklaşmaktı.
Kapının önünde durdu. Dışarıda rüzgâr vardı. Gökyüzü griydi. Ama bu gri, bir bitiş değil; bir geçişti. Kadın, otelden çıktı. Ama otel onunla kaldı. Aynadaki kadın, artık onun içindeydi. Ve o iç, sessizce konuşuyordu: “Bazı yerler terk edilmez. Bazı yüzler unutulmaz. Bazı sessizlikler, bir ömür sürer.”
— Murat Apay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder