Kaçmak mı Sevmek mi?



Kaçmak mı Sevmek mi? — İlişkilerde İlgiyi Aşka Karıştıran Oyunun Anatomisi

📍 Giriş: Aşkın Perde Arkası — Kaçışın Gölgesinde Büyüyen İlişkiler

“İnsanlar gelmeleriyle yalnızlıklarını dağıtanları severler, gitmeleriyle kendilerini yalnız bırakanlara âşık olurlar.”
— Özdemir Asaf

Bir adım geri çekilen, kalır mı hâlâ sevilene yakın?
Yoksa bazen sevmek, göz göze gelmek değil, sırtını dönüp dikkat çekmek midir?

İnsan ilişkilerinde sıkça tekrar edilen bir söz vardır:
“Kaçan kovalanır.”
Kimi zaman oyun, kimi zaman strateji, çoğu zaman da bir duygusal savunma mekaniği olarak karşımıza çıkar.

Ama biz bu yazıda yalnızca bu klişeyi incelemekle kalmayacağız; onun ardındaki ruhsal çatışmayı, duygusal bedeli ve bireyler üzerinde açtığı izleri masaya yatıracağız. Çünkü "kaçmak", yalnızca fiziksel bir uzaklaşma değil — ilişkide sorumluluktan kaçışın, kırılganlığı yönetemeyişin ve ilgiyi hak etme arzusu uğruna atılan bir adımdır.

Kaçan kişi ilgiyi artırmak isterken, sevdiği kişinin güvenini kemirir.
Kovalanan, sevgisini kanıtlamak isterken kendi sınırlarını unutur.
Ve sonunda ilişki bir bağ olmaktan çıkar; bir denge yanılsamasına, bir suskun mücadeleye dönüşür.

Bu yazı, “kaçan kovalanır” sözünün:

  • Psikolojik kökenlerini
  • Kültürel/tarihsel izlerini
  • Duygusal hasarlarını
  • Ve gerçek bir ilişkinin bu kalıbın ötesinde nasıl kurulduğunu

Çünkü aşk, ancak samimiyetle yürür.
Ve bazen gitmek değil, cesaretle kalmak en güçlü eylemdir.

1. Kaçmanın Psikolojisi: Sevgiden Uzaklaşmak mı, Kendinden Saklanmak mı?

“Kaçan kovalanır” demek kolaydır. Ama asıl mesele şu: Kaçan neden kaçar? Ve kovalanan neyi zanneder de peşine düşer?”

A. Uzaklaşmakla Değer Kazanmak: Zihin Nasıl Kandırılır?

İnsan beyni, az olanı değerli sayar. Bu biyolojik bir gerçekliktir. Psikolojide buna “Scarcity Effect” denir.

Kaçan kişi, “her an kaybedilebilirim” izlenimi yaratır ve zihin bu olguyu ödül gibi kodlar.

  • Bu kaçış, karşı tarafa “beni kazanmalısın” mesajı verir.
  • Ama bu mesaj çoğu zaman sağlıklı değil; kaygı tetikleyici ve dengesiz bir etki üretir.
  • Kovalayan kişi, kendi ihtiyacına değil; karşısındakinin mesafesine göre hareket eder. Yani sevmekten çok başarmak ister.
“Seninle olmak istemeyeni ikna etmeye çalıştığında, aşk değil; varoluş savaşına girersin.”

B. Gerçekten Sevgiden mi Kaçıyor, Yoksa Kendisinden mi?

Kaçan kişi her zaman manipülatör değildir. Bazen o da korkuyordur. Yakınlık korkusu, bağlanma travması, ya da geçmişte aldığı bir darbe...

  • Sevildiğini hissettiği anda içi daralır: "Ya bu da giderse?"
  • Güvensizlik duygusu, onu kaçışla korunmaya iter.
  • Sevgi gelince huzur değil; kaygı ve hazırlıksızlık yaşar.
Aslında kaçtığı kişi değil; kendisinde hissettiği yetersizliktir.

Bu durumda kaçmak, bir strateji değil; bir savunmadır. Ama savunma da kontrolsüz olduğunda saldırıya dönüşebilir.

C. Kovalanan Kişi Ne Hisseder?

İlişkide sürekli kovalayan kişi:

  • Değerli mi hisseder? Hayır.
  • Yeterli mi hisseder? Hayır.
  • Seviliyor mu hisseder? Belki… ama şartlı bir sevgi gibi.

Ve zamanla şu soruyu sormaya başlar:

“Ben onunla birlikte miyim, yoksa sadece onu kazanmak için mi savaşıyorum?”

D. Kaçmanın İlişkiye Verdiği Gizli Zararlar

  • İlişkide güveni aşındırır.
  • “Ben ne yaparsam yapayım o gidiyor” hissi yaratır.
  • Zamanla sevgiye değil; karşılıksız bir mücadeleye dönüşür.
  • En kötüsü: Kaçan bile farkında olmadan, karşısındakini duygusal cezalandırma aracı haline getirir.

Kaçmak, bazen sevilme taktiği değil; sevilmeye hazır olmamanın dışavurumudur.
Kovalamak ise aşk değil; kaybı engelleme çabasıdır.
Ve bu denklemde aşk değil, yetersizlikler konuşur.

Sevgiyle kurulan her ilişkide kaçış varsa, o sevgi kendini değil; korkularını büyütür.

2. Kovalanan Kişinin Sessiz Yükü: Değerli mi Hissediyor, Yorgun mu Düşüyor?

“Kaçan özgürlüğü korur, kovalanan sevgisini ispatlamak zorunda kalır.”

A. Kaçanı Kovalamak: Bir Aşk mı, Bir Görev mi?

İlişkide kaçan kişi sahneyi terk ettiğinde, kalan kişi bir seçimle değil, bir refleksle harekete geçer. Peşinden gitmek, çoğu zaman sevdiğini geri kazanma isteğinden çok, “neden gittin?” sorusuna cevap aramanın biçimidir.

  • Kovalanan, sevilmediği değil; anlaşılmadığı hissine kapılır.
  • İçten içe şunu fısıldar kendine:
“Belki biraz daha çabalarsam… Belki beni böyle sevmez, ama böyle takdir eder.”

Böylece aşk, paylaşım değil, bir ispat savaşına dönüşür.

B. Kovalanan Ruhun Hasarı

Kovalanan kişi zamanla:

  • Sevgiyle değil; çabayla var olduğunu hissetmeye başlar.
  • İlişkideki konumunu, karşısındakinin kaçış ritmine göre belirler.
  • Sınırlarını kaybeder; çünkü her adım bir “taviz” gibi kodlanır.

Ve bir gün, şu cümleyle baş başa kalır:

“Ben seni sevmekten çok, sana yetmeye çalıştım.”

Bu, aşkın en yıpratıcı hâlidir. Çünkü bir kalp yalnızca sevilmediği için değil, sürekli çabalamak zorunda kaldığı için yorulur.

C. Peki Değerli Hissediyor mu?

Garip bir çelişki: Kovalanan kişi, bir yandan “sevilmeye değer” olduğunu düşündüğü için bu çabanın tadını çıkarır. Ama diğer yandan “neden hep ben daha çok istiyorum?” sorusu içten içe çürütmeye başlar.

Bu noktada sevgi:

  • Bir hak olmaktan çıkar, ödül hâline gelir.
  • Ve “bunu başardım” duygusu, “beni gerçekten seviyor” inancının yerine geçer.
Yani sevilmek, bir kez daha “kendini ispat etmek”le karıştırılır.

D. Kaçan–Kovalanan Dengesi: Gerçek mi, Rol Dağılımı mı?

İlişkilerde denge bazen karıştırılır. Kaçan kişi “fazla ilgi”den kaçtığını düşünürken, kovalanan kişi fazla azalmaktan yorgun düşer.

  • İki taraf da “denge kuruyoruz” sanır ama aslında biri kaçarak, diğeri kovalayarak kendini görünür kılmaya çalışıyordur.
  • Sonuç? Duygusal bir tahterevalli: Hiçbir zaman eşit olunmaz, sadece birbirinin yorgunluğu telafi edilir.

Kovalanan kişi, başlarda önemsenmiş hisseder. Ama zamanla bu his, yetersizlik duygusuna, hayal kırıklığına ve özgüven aşınmasına dönüşür.

Çünkü bir ilişki, biri kaçtıkça diğerinin hızlanmasıyla değil; ikisi aynı anda yürüdüğünde büyür.

“Aşk, birinin kaçarken diğeri yorulduğu yerde bitmez. Ama sustukları hâlde hâlâ yan yana yürüyebildiklerinde başlar.”

3. İlişkide İlgi Dengesi: Oyunla mı Kurulur, Açıklıkla mı?

“Kaçan kovalanır” diyenler unutur: Sevgiyle oynanmaz. Ve ilgiyi sağlamak için kurulan her oyun, bir güveni eksiltir.”

A. İlginin Oyuna Dönüştüğü An

Birçok ilişki, başlarda sahici duygularla başlar. Ama zamanla taraflardan biri, ilgiyi doğrudan ifade etmek yerine, kaçınarak yönlendirmeye başlar. Bu bir strateji değil, duygusal bir savunma biçimidir.

Ancak bu savunma zamanla oyuna dönüşür:

  • Aramaz → merak uyandırmak ister.
  • Soğur → kıymetli görünmeyi hedefler.
  • Geri çekilir → “peşime düşsün” ister.

Peki ne olur?

  • İlişki açıklık değil, imâ diliyle yürütülür.
  • Duygu değil, tahmin konuşur.
  • İki kişi değil; iki zihin birbirine üstün gelmeye çalışır.
“İlişkinin içi sevgiyle değil, senaryo ile dolduruluyorsa... ilgiden önce yorgunluk gelir.”

B. Açıklığın Gücü: İlgi Neden Paylaşılmalı?

İlişkide açıklık, “gereğinden fazla konuşmak” değil; karşıdaki insanı, zihninde kurmak yerine onun gerçeğiyle sevmek demektir.

  • Açıklık güvensizliği azaltır.
  • Yanlış anlaşılmaları engeller.
  • Kimin neye ihtiyacı olduğunu netleştirir.

Ama dikkat: Açıklık, her zaman karşılık bulmaz. Çünkü açıklığa hazır olmayan biri, duygusal şeffaflıktan korkabilir.

“Birlikte olduğumuz kişiyle mi uğraşıyoruz, yoksa onun zihnindeki senaryoyu yazmakla mı meşgulüz?”

C. Stratejiyle İlgi Aramanın Gizli Riski

Stratejik davranan kişi, kısa vadede kazanıyor gibi görünür. Ama zamanla:

  • Gerçek duyguları saklamaya alışır.
  • İhtiyacını ifade etmek yerine, dolaylı yollarla tatmin etmeye çalışır.
  • İlişkiyi paylaşım değil, psikolojik hamlelerle yürütülen bir satranç tahtası gibi görmeye başlar.
Strateji, belirsizlik üretir.
Açıklık, güven üretir.

D. Gerçek Denge Nerede Kurulur?

Denge, biri kaçtığında diğerinin peşinden gitmesiyle sağlanmaz. Gerçek denge:

  • İki kişi de kalabildiğinde,
  • İki kişi de söyleyebildiğinde,
  • İki kişi de dinlediğinde oluşur.
Aşk bir yarış değildir.
“Benden daha az sevmesin” korkusuyla oynanan her oyun, aşkta bir tahribattır.
İlgiyi sağlamak için kaçmak, karşısındakini değersiz hissettirebilir.
Açıklık risklidir ama oyundan çok daha güvenlidir.
Çünkü en büyük ilgi: Saklanmak değil, görülmeyi göze almaktır.

4. Kaç–Kovala Döngüsünün Duygusal Bedeli: Aşkı Canlandırmaz, İçten İçten Tüketir

“İlişkide biri kaçıyorsa ve diğeri hep koşuyorsa, o bağ artık sevgiyle değil; dengesizlikle yürür.”

A. Sevginin Değil, Yorulmanın Hikâyesi

Kaçmak, kovalamak... dışarıdan tutkulu bir romantizm gibi görünür. Ama içerde olan şudur:

Sevgisini saklayan bir kalp, ilgiyi kendisine çekmek için geri durur.
Sevdiğini kaybetmekten korkan bir diğer kalp ise onu kazanmak adına kendinden vazgeçer.

Ve ortaya bir aşk değil; suskun ve dengesiz bir uğraş çıkar.
Her gün biri uzaklaşır, diğeri yetişmeye çalışır.

Ve bir noktadan sonra şu cümle kendiliğinden içimizde belirir:

“Ben bu ilişki için uğraşıyorum, ama o sadece var oluyor.”

B. Duygusal Kaybın Sessizliği

Bu döngü sürerken, her iki taraf da bazı şeyleri sessizce yitirir.

  • Kovalanan kişi, “yetmediği” hissine kapılır.
  • Sevgi vermekten çok, sevilmeye layık olduğunu ispat etmeye başlar.
  • Zihninde sevgiyle değil; yetersizlikle baş başa kalır.

Bir süre sonra kendi benliğinden uzaklaşır:

“Ben, ne zaman sadece sevildiğim için değil, hak ettiğim için sevilmeye başladım?”

Kaçan kişi ise gerçek bağ kurmaktan uzaklaşır.
Duygusal yakınlık yerine kontrol kurar.
Sevgiyi samimiyetle vermek yerine, algıyı yöneterek ilgiyi çekmeyi öğrenir.

Fakat sonunda o da sevildiğinden değil, “kovalandığından” şüphe etmeye başlar.
İlişkinin kendisi ise sarsılmadan ama büyümeden, aynı döngüyü tekrar eder.
Denge yavaşça yerini yorgun bir alışkanlığa bırakır.

C. En Tehlikeli Sonuç: İlişkinin Normalleşmiş Tükenişi

Bu tür ilişkiler çoğu zaman dramatik kavgalardan değil, sessiz hayal kırıklıklarından dağılır.
Taraflar genelde hâlâ birlikteyken bile ayrı yaşamaya başlar.

Biri hâlâ kaçıyordur, diğeri hâlâ umutla koşuyordur.
Ama ne zaman ki:

“Ne o beni anladı… Ne ben artık onun peşinden gitmek istiyorum”

denirse... işte o zaman aşk ölmez, sadece anlamını yitirir.

D. Gerçek Sevgi Bu mu?

Hayır.
Gerçek sevgi, biri gidince değil; iki kişi bir arada susabildiğinde güçlenir.
Biri eksildikçe değil; yan yana yürümeye devam ettiklerinde büyür.
Ve biri kaçtığında değil; korkular açıkça konuşulduğunda derinleşir.

Kaçmak, sevgiyi test etmenin değil; güveni kırmanın sessiz yoludur.
Ve kovalamak, aşkı yaşamanın değil; kaybetmemeyi saplantı hâline getirmenin adıdır.

5. Samimiyetin Zaferi: Kaçmadan Sevebilmek Mümkün mü?

“Bazıları aşka gizlenerek yaklaşır, bazıları ise görünerek. Ama gerçek bağ, saklanmayan kalpler arasında kurulur.”

A. Sevgiyi Maskelemek Yerine İfade Etmek

İlişkilerde samimiyet, sadece “her şeyi anlatmak” değildir. Samimiyet; ihtiyacını, korkunu, kırıldığını dürüstçe paylaşabilmektir. Kaçmak yerine “yaklaştığında ne hissediyorum?” sorusunu birlikte konuşabilmektir.

Çünkü bir ilişki, oyun kurarak değil; görünmeyi göze alarak güçlenir.

“Kalmak cesaret ister; özellikle de sevdiğin kişinin gözünün içine bakıp, ‘Ben buradayım’ diyebilmek için.”

B. Samimiyet Dengeyi Nasıl Sağlar?

  • Kaçmak denge kurmaz; dominantlık üretir.
  • Kovalamak sevgiyi göstermez; eşitliği bozar.

Ama samimiyet:

  • Tarafların duygusal yüklerini paylaşmasını sağlar.
  • İlişkinin yönünü birlikte çizmesine imkân verir.
  • “Kim daha çok istiyor?” değil, “Birlikte ne istiyoruz?” sorusuna yer açar.

Samimiyet, sadece açıklık değil; duyguya alan tanımaktır.

C. Geçmişi Tersine Çevirmek Mümkün mü?

Evet, mümkündür.
Kaçmaya alışmış biri sevmeyi yeniden öğrenebilir.
Kovalamaktan yorulan bir kalp, artık yalnız yürümek zorunda olmadığını hissedebilir.

Yeter ki taraflar birbirine değil, kendine de dürüst olsun.

“Ben, ilgini kazanmak yerine paylaşmak istiyorum.”
“Sana ulaşmak için değil, yanında kalmak için buradayım.”

D. Samimiyetle Kurulan Bir İlişki Nasıl Hisseder?

  • Belirsizliğin yerine güven gelir.
  • “Acaba şimdi ne yapacak?” kaygısının yerini, “Ne hissediyor acaba?” merakı alır.
  • Kaçmak–kovalamak döngüsü biter, birlikte yürümek başlar.

İki kişi hâlâ farklı olabilir ama artık aralarında bir mesafe değil, bir köprü vardır.

Samimiyet, suskunlukla değil; birlikte susulabilen sessizlikle ölçülür.

Kaçmadan sevmek mümkündür.
Ama bunun için önce kendini tanımak, sonra karşındakini görmeyi göze almak gerekir.
Çünkü gerçek bağ, rol dağılımıyla değil; cesaretle kurulur.
Ve o zaman aşk, peşinden koşulan bir figür değil; yanında kalınan bir yürek olur.

6. Sonuç: Gerçek İlişki Cesaretle Kurulur — Kaçışla Değil, Kalışla

“Gitmek kolaydır; zor olan, kalmak için neden bulmaktır. Ama sevgi kalırsa, artık neden aranmaz: O bir duruşa dönüşür.”

“Kaçan kovalanır” sözüyle büyüdük.
Ama artık biliyoruz ki, aşkta koşmak değil; birlikte durabilmek önemli.

Çünkü sağlıklı bir ilişki, sadece tutkuyla değil; dengeyle, açıklıkla, cesaretle kurulur.

Kaçmak, bir taktik olabilir. Ama samimiyetin yerine geçemez.
Kovalamak, bir sevgi gösterisi gibi görünebilir. Ama duygusal yükü susturmaz.

Ve bu döngü sürdükçe:

  • Kaçan, sevilmeden korunur sanır ama aslında bağ kurmaktan kaçıyordur.
  • Kovalanan, sevilmek için çabalıyor sanır ama aslında sevgisini ispat etmenin altında eziliyordur.
  • İlişkiyse bir bağ olmaktan çıkıp, bir roller oyunu hâline gelir.
Gerçek yakınlık ise şu cümlede başlar:
“Ben kaçmayacağım, seninle birlikte buradayım.”

Çünkü en değerli şey, ilgiyle kurulan oyun değil; güvenle kurulan sessizliktir.

Bugün eğer bir sevgilin varsa — onunla kaçmadan konuş.
Bugün eğer bir sevdiğin varsa — onun seni kovalamamasına izin ver.
Ve bugün eğer bir aşka inanıyorsan — oyunsuz bağlar kurmaya cesaret et.

Çünkü aşk, kendine dürüst kalabilenlerin harcıdır.
Kaçmakla değil; kalmaya razı yüreklerle büyür.

“Aşk, kaçanla kovalanan arasında değil; kalmaya cesaret eden iki yürek arasında büyür.”

Murat Apay
Broker ve Blogger

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder