Rüya, düşüncenin kendini gördüğü aynadır. Ama bu ayna düz değil, çatlaklarla örülüdür. Gerçeküstücülük, işte o çatlaklardan doğar: anlamın kırıldığı, kelimenin sezgiyle yeniden kurulduğu bir düşünce alanıdır.
Şiirde imge, anlatmaz; çağrıştırır. Kelime artık tanım değil, titreşimdir. Düşünce, mantıktan kopar; bilinçdışı bir sesle konuşur. İşte bu noktada rüya ile şiir birbirine karışır. Şair, kelimeleri rüyadan alır; gerçekliğe karşı birer direnç noktası olarak yerleştirir.
İkinci Yeni, şiirdeki bu dönüşümün Türkçedeki kırılma noktasıdır. Anlam, yapıdan çıkar; duyguya akar. Şiir artık neyin söylendiğini değil, nasıl hissedildiğini önemser. Kelimeler, anlatının değil sezginin izini sürer. Dizelerin arasına anlam yerleşmez; orada doğar.
İmge, düşüncenin kıyısında salınır. Ona bakmak bir açıklama arayışı değil; anlamın kendini gizlediği bir oyuna katılmaktır. Çünkü bazı dizeler, okunmaz — hissedilir. Gerçeküstü anlatı da tam bu noktada kendini bulur.
"Rüya, bilincin en sessiz cümlesidir."
— Murat Apay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder