Zihinsel Çöküşün Sessiz Anatomisi
Bazı çöküşler gürültüsüzdür. Ne bir darbe sesi duyulur ne de bir isyan… Sadece düşünce yavaşlar, sorgulama azalır, sorumluluk silinir. Zihin, kendi konforunda çürümeye başlar. A. M. Celal Şengör’ün Aptalı Tanımak adlı kitabı, işte bu sessiz çöküşün izini sürüyor.
“Aptallık, cehaletten daha tehlikelidir. Çünkü cehalet öğrenebilir; aptallık öğrenmeyi reddeder.” Bu cümle, yalnızca bireysel bir kusuru değil; toplumsal bir zihniyetin köklerini açığa çıkarır. Aptallık, düşünmeye karşı gösterilen bilinçli bir dirençtir. Ve bu direnç, yalnızca bireyleri değil; kurumları, sistemleri ve gelecek hayallerini de çürütür.
Bilimsel düşünce neden marjinalleşti? Ahlaki sorumluluk neden zayıfladı? Entelektüel üretim neden yüzeyselleşti? “Biz bu çöküşün neresindeyiz?”
Bu yazı, yalnızca bir kitabı yorumlamak için değil; bu sorularla yüzleşmek için yazılıyor. Çünkü bir toplumun kaderi, onun düşünme biçiminde gizlidir.
Aptallığın Tanımı: Cehalet Değil, Dirençtir
Aptallık çoğu zaman cehaletle karıştırılır. Oysa cehalet, öğrenme isteğiyle aşılabilir. Aptallık ise öğrenmeye karşı gösterilen bilinçli bir dirençtir. Bu direnç, yalnızca bilgiye değil; değişime, gelişime ve sorumluluğa da kapalıdır.
“Aptal, yalnızca bilmeyen değil; bilmek istemeyendir.” Bu fark, bireyin zihinsel konfor alanını koruma çabasında gizlidir. Aptal kişi, düşünmeyi tehdit olarak görür. Sorgulamak yerine ezberler, anlamak yerine yargılar, öğrenmek yerine savunur.
Bu zihinsel yapı yalnızca bireylerde değil; toplumun her katmanında kendini gösterir. Bilimsel veriye kulak tıkayan yöneticiler, eleştiriye tahammülsüz akademisyenler, farklı fikri düşman belleyen medya… Bunların hepsi, öğrenmeye karşı direncin kurumsallaşmış hâlidir.
“Aptallık, yalnızca bireysel bir kusur değil; toplumsal bir alışkanlıktır.” Zamanla bu alışkanlık kültüre dönüşür. Ve kültür hâline gelen aptallık, artık sorgulanmaz. Çünkü herkes ona alışmıştır. Bu yüzden aptallık, yalnızca bir bireyin değil; bir toplumun da kaderini belirleyebilir.
Bilim ve Akıl Dışlanınca: Hurafelerle Yönetilen Toplumlar
Bilim, yalnızca laboratuvarlarda değil; toplumun düşünme biçiminde yaşar. Akıl yürütme, sorgulama ve neden-sonuç ilişkisi kurma becerisi, bir toplumun zihinsel bağışıklık sistemidir. Bu sistem çöktüğünde, boşluğu hurafeler, komplo teorileri ve dogmalar doldurur.
“Akıl sustuğunda, hurafe konuşur.” Bilimsel düşüncenin dışlandığı toplumlarda, bilgi yerini kanaate bırakır. Gerçek, duygulara göre eğilip bükülür. Eleştirel düşünce zayıflar; yerine inançla karıştırılmış önyargılar geçer. Bu da yalnızca bireysel değil; kurumsal kararları da etkiler.
Türkiye’de bilimsel düşünce, uzun süredir marjinal bir konumda. Bilim insanları itibarsızlaştırılıyor, akademi politikleştiriliyor, eğitim sistemi ezbere teslim ediliyor. Bu ortamda hurafeler yalnızca yaşatılmıyor; teşvik ediliyor.
“Gerçeği bilmek istemeyen, yalanla yaşamayı seçer.” Bu seçim, yalnızca bireyin değil; toplumun da yönünü belirler. Çünkü bilim dışlandığında, kararlar bilgiyle değil; korkuyla, inançla ya da çıkarla alınır. Ve bu, toplumsal aptallığın en tehlikeli biçimidir: bilinçli cehalet.
Akıl dışlandığında, yalnızca düşünce değil; adalet, eğitim, sağlık ve gelecek de çöker. Çünkü bilim, yalnızca bilgi üretmez; aynı zamanda bir ahlak biçimidir. Ve o ahlak terk edildiğinde, toplum yalnızca yanlış kararlar almaz — kendini kandırmaya başlar.
Ahlaki Çöküş: Bilgisizliğin Değil, Umursamazlığın Sonucu
Aptallık yalnızca bir zihin sorunu değildir; aynı zamanda bir vicdan sorunudur. Bilmemek, öğrenilerek aşılabilir. Ama umursamamak, daha derin bir çürümeye işaret eder. Sorumluluk almaktan kaçınan birey, zamanla yalnızca bilgisiz değil; duyarsız da olur.
“Ahlak, bilginin vicdana dönüşmüş hâlidir.” Bilgiye sahip olup onu kullanmamak, en az cehalet kadar yıkıcıdır. Çünkü bu durumda kişi, doğruyu bildiği hâlde susar. Gördüğü hâlde görmezden gelir. Bu suskunluk, zamanla bir toplumun çöküşünü hızlandırır.
Türkiye’de bu çöküş, yalnızca sokakta değil; kürsülerde, ekranlarda, sınıflarda yaşanıyor. Bilim insanı gerçeği söylemekten çekiniyor. Öğretmen, öğrencisine umut veremiyor. Gazeteci, hakikati eğip büküyor. Herkes biliyor ama kimse sorumluluk almıyor.
“Aptallık, yalnızca anlamamak değil; anlamaktan korkmaktır.” Çünkü anlamak, sorumluluk getirir. Ve sorumluluk, konforu bozar. Bu yüzden birçok insan, aptallığı seçer. Bilerek. İsteyerek. Sessizce.
Bir toplumun çöküşü, bilgisizliğin değil; umursamazlığın sonucudur. Ve bu çöküş, yalnızca bireyleri değil; gelecek kuşakları da etkiler. Çünkü ahlaki çürüme, en hızlı yayılan hastalıktır.
Entelektüel Tembellik: Düşünmeyen Kalabalıklar
Bilgiye ulaşmak hiç bu kadar kolay olmamıştı. Ama düşünmek, hiç bu kadar az yapılmamıştı. Entelektüel tembellik, yalnızca okumamakla ilgili değildir. Okuyup anlamamak, anlayıp sorgulamamak, sorgulayıp harekete geçmemek de bu tembelliğin parçasıdır.
“Zihin çalışmadığında, bilgi yük olur.” Yüzeysel bilgiyle yetinen birey, düşünceyi bir süs gibi taşır. Derinleşmez, bağlantı kurmaz, dönüştürmez. Bu yüzden entelektüel tembellik, yalnızca bireysel bir eksiklik değil; toplumsal bir atalettir.
Türkiye’de bu atalet, akademiden medyaya, sosyal medyadan sokak sohbetlerine kadar her yerde hissediliyor. Herkes konuşuyor ama çok azı düşünüyor. Herkes biliyor ama çok azı anlıyor. Herkes yorum yapıyor ama çok azı sorumluluk alıyor.
“Düşünmeyen kalabalıklar, en kolay yönlendirilenlerdir.” Çünkü düşünmeyen, sorgulamaz. Sorgulamayan, itiraz etmez. İtiraz etmeyen, her şeye razı olur. Bu razı oluş, zamanla bir alışkanlığa; alışkanlık ise bir kader sanısına dönüşür.
Entelektüel tembellik, yalnızca bugünü değil; geleceği de çoraklaştırır. Çünkü düşünmeyen bir toplum, yalnızca geçmişini tekrar eder. Ve tekrar eden toplumlar, ilerlemez — döner durur.
Sonuç: Aptallığa Karşı Direniş – Bilinçli Yaşamak
Aptallık, yalnızca bir bireyin değil; bir toplumun da kaderini belirleyebilir. Ama bu kader, değiştirilemez değildir. Çünkü her direnç, karşısında bir irade bulduğunda çözülür. Her suskunluk, bir sesle bozulur. Her karanlık, bir kıvılcımla aydınlanır.
“Bilinçli yaşamak, aptallığa karşı en güçlü direniştir.” Bu direniş, büyük devrimlerle değil; küçük tercihlerle başlar. Sorgulayan bir cümleyle, cesur bir soruyla, susmayan bir vicdanla… Her birey, kendi çevresinde bu direnişin taşıyıcısı olabilir.
Bu yazı, bir çağrıydı. Bilime, ahlaka ve sorumluluğa yeniden dönme çağrısı. Çünkü düşünmeyen bir toplum, yalnızca yanlış kararlar almaz — kendini kandırır. Ve kendini kandıran bir toplum, sonunda kendini kaybeder.
“Bir toplumun kaderi, onun düşünme biçiminde gizlidir.”
Murat Apay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder