Aşk Köpekliktir: Aşk mı, Bağımlılık mı?


 

Aşkın Karanlık Yüzüne Yolculuk

Aşk... Dışarıdan bakıldığında büyülü, içeri girildiğinde ise çoğu zaman karmaşık bir labirent. Ahmet Ümit’in Aşk Köpekliktir adlı kitabı, bu labirentin duvarlarına çarpan duyguların yankısını taşıyor. Bu kitap, aşkın yalnızca romantik bir ideal değil; aynı zamanda bir teslimiyet, bir bağımlılık ve çoğu zaman da bir kendinden vazgeçiş olduğunu hatırlatıyor.

Toplum olarak aşkı çoğu zaman bir ödül gibi görürüz. Seven kazanır, sevilen yüceltilir. Oysa bu kitapta aşk, bir ödül değil; bir sınavdır. Karakterler, sevdikleri uğruna kendilerini siler, gururlarını yutar, hatta bazen insanlık onurlarını bile sorgularlar. Çünkü aşk burada bir yücelik değil; bir kölelik biçimidir. Ve bu kölelik, gönüllü bir teslimiyetle başlar.

Birini sevmek, onun gözünde değerli olmak için kendini küçültmek... Bu, sadece kitap karakterlerinin değil, çoğu zaman bizim de yaşadığımız bir gerçeklik. Belki de hepimizin içinde bir yerlerde, sevdiği kişinin ilgisine muhtaç bir yan vardır. Ve o yan, bazen bizi biz olmaktan çıkarır. Tıpkı kitaptaki karakterler gibi.

Aşkın bu karanlık yüzü, edebiyatın da en kadim temalarından biridir. “Aşk bir yangındır, önce kendini yakar” der Mevlana. Bu yangının dumanı, bazen gözümüzü öyle bir bulandırır ki, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edemez hale geliriz. İşte bu yazı, o dumanın içinden geçip, aşkın gölgede kalan yüzüne ışık tutma çabasıdır.

Aşk, yalnızca bir duygu değil; bazen bir kimliğe dönüşür. Ve o kimlik, kendi benliğimizin önüne geçer. “Aşk mı, bağımlılık mı?” sorusunu sormadan önce, bu karanlık yüzle dürüstçe yüzleşmek gerekir. Çünkü aşk, en çok da bizi biz olmaktan çıkardığında yakıcıdır.

Sadakat mi, Teslimiyet mi?

Aşkın en çok karıştırılan iki hali: sadakat ve teslimiyet. İlk bakışta benzer görünürler; ikisi de birine bağlı kalmayı, onun yanında durmayı içerir. Ama aralarındaki fark, insanın kendine olan saygısıyla ilgilidir. Sadakat, sevdiğin kişiye duyulan derin bir bağlılıktır; teslimiyet ise kendinden vazgeçmektir.

Ahmet Ümit’in Aşk Köpekliktir kitabındaki karakterler, bu farkın sınırlarında dolaşır. Bir karakter, sevdiği kadının ilgisini kaybetmemek için onun her hatasını sineye çeker. Bir diğeri, terk edilmemek uğruna kendi değerlerini yok sayar. Bu noktada aşk, bir sadakat değil; bir teslimiyet hâline gelir. Ve bu teslimiyet, zamanla kişiyi içten içe çürütür.

Sadakat, bir duruştur. “Ben buradayım, senin yanındayım ama kendim olmaktan vazgeçmeden” diyebilmektir. Teslimiyet ise “Senin için her şeyden vazgeçerim, yeter ki beni bırakma” demektir. Bu fark, aşkın sağlıklı mı yoksa yıkıcı mı olduğunu belirler.

Bir düşün: Sevdiğin biri için nelerden vazgeçtin? Kendini ne kadar geri plana attın? Belki de aşk sandığın şey, aslında bir korkuydu — yalnız kalma korkusu, değersiz hissetme korkusu. Ve bu korkular, bizi sadakatten teslimiyete sürükler.

“Sevgi emektir” derler. Ama bazen o emek, bir suskunluğa, bir kabullenişe, bir silinmeye dönüşür. İşte o zaman aşk, bir köpeklik hâline gelir. Çünkü köpek sadıktır, evet. Ama aynı zamanda sahibinin her davranışını koşulsuz kabul eden bir varlıktır. Bu benzetme, aşkın içindeki teslimiyetin ne kadar derin ve acı verici olabileceğini gösterir.

Sadakatle teslimiyet arasındaki o ince çizgi... Belki de aşkı yücelten ya da bizi içten içe tüketen şey tam da burada gizlidir. Bunu fark edebildiğimizde, hem kendimizi hem de sevdiklerimizi daha dürüstçe sevebiliriz.

Aşkın Psikolojisi: Bağımlılık mı, Tutku mu?

Aşk, insan ruhunun en karmaşık duygularından biridir. Bir yandan bizi hayata bağlar, diğer yandan bizi kendimizden koparır. Peki bu duygu gerçekten bir tutku mu, yoksa bir tür bağımlılık mı? Ahmet Ümit’in Aşk Köpekliktir kitabı, bu soruyu karakterlerin iç dünyasında yankılandırarak sorar. Ve cevap, her okuyucunun kendi iç sesinde gizlidir.

Psikolojide aşk, dopamin ve serotonin gibi nörotransmitterlerin etkisiyle açıklanır. İlk başta bir coşku, bir heyecan hâkimdir. Ancak zamanla bu duygu, yerini kaybetme korkusuna, kontrol etme arzusuna ve hatta takıntıya bırakabilir. İşte bu noktada aşk, bir bağımlılığa dönüşür. Tıpkı bir madde gibi, sevdiğimiz kişiye ihtiyaç duyarız. Onsuz eksik, onsuz anlamsız hissederiz.

Kitaptaki karakterlerden biri, sevdiği kişiyi kaybetmemek için onun hayatına tamamen entegre olur. Onunla birlikte nefes alır, onunla birlikte susar. Bu, bir tutku gibi görünse de aslında bir bağımlılıktır. Çünkü kişi artık kendi kararlarını değil, sevdiği kişinin varlığına göre şekillenen bir hayatı yaşamaktadır.

Tutku, insanı besler. Bağımlılık ise tüketir. Tutkuda özgürlük vardır; bağımlılıkta esaret. Aşkın hangi yöne evrileceği, kişinin kendine ne kadar sadık kalabildiğiyle ilgilidir. Eğer aşk uğruna kendi benliğimizden vazgeçiyorsak, bu artık bir sevgi değil, bir bağımlılık döngüsüdür.

“Onsuz yaşayamam” cümlesi, romantik gibi görünse de aslında psikolojik olarak alarm verici bir ifadedir. Çünkü bu, kişinin kendi varlığını bir başkasına bağladığını gösterir. Oysa sağlıklı bir aşk, “Seninle daha güzelim ama sensiz de varım” diyebilmektir.

Aşkı anlamak, önce kendimizi anlamaktan geçiyor. Çünkü bazen sevdiğimizi sandığımız şey, sadece onsuz kalma korkusudur. Ve belki de en büyük aşk, kendimize duyduğumuz saygıyla başlar — başkasında kaybolmadan, kendimizde kalabildiğimizde.

Köpeklik: Bir Hakaret Değil, Bir Gerçeklik

“Aşk köpekliktir” ifadesi ilk duyulduğunda çoğu kişide bir rahatsızlık yaratır. Çünkü köpeklik, dilimizde genellikle aşağılayıcı bir anlam taşır. Oysa Ahmet Ümit’in bu ifadeyi seçmesinin nedeni, aşkın insanı nasıl bir teslimiyete, nasıl bir sadakate ve nasıl bir kendinden vazgeçişe sürüklediğini göstermek istemesidir. Bu bir hakaret değil; bir yüzleşmedir.

Köpek, sadakatiyle bilinir. Sahibine koşulsuz bağlıdır. Ne kadar azarlanırsa azar­lansın, ne kadar görmezden gelinirse gelinsin, yine de kuyruğunu sallayarak geri döner. İşte aşk da bazen böyle bir hâle gelir. Sevdiğimiz kişi bizi görmezden gelse de, kırsa da, hatta yok saysa da, biz onun peşinden gitmeye devam ederiz. Çünkü içimizde bir yer, onun sevgisine muhtaçtır.

Kitaptaki karakterlerden biri, sevdiği kadının ilgisini kazanmak için kendini defalarca küçük düşürür. Onun gözünde değerli olmak için her şeyi yapar. Bu davranış, dışarıdan bakıldığında acizlik gibi görünse de, aslında aşkın içinde gizlenen o derin bağımlılığın bir yansımasıdır. Bu noktada aşk, bir köpeklik hâline bürünür — gönüllü, çaresiz ve çoğu zaman gurursuz.

Bu benzetme, okuyucuyu sarsmak içindir. Çünkü aşkı sadece çiçekli, romantik bir duygu olarak görmek, onun karanlık taraflarını inkâr etmektir. Oysa aşk, insanı en güçlü hissettiren duygu olduğu kadar, en zayıf düşüren duygudur da. Ve bu zayıflık, çoğu zaman “köpeklik” olarak tezahür eder.

“Sevdiğin kadar ezilirsin” der bir söz. Bu cümle, aşkın içinde gizlenen güç dengesizliğini çok iyi özetler. Eğer bir ilişkide taraflardan biri sürekli veren, diğeri sürekli alan konumundaysa; orada aşk değil, bir tahakküm ilişkisi vardır. Ve bu tahakküm, çoğu zaman sevgi kisvesi altında gizlenir.

“Köpeklik” sadece bir hakaret değil; bazen aşkın içindeki en acı verici teslimiyetin adıdır. Çünkü aşk, bazen bir zincirdir. Ve o zinciri boynumuza çoğu zaman kendi elimizle geçiririz — sevilmek uğruna, unutulmak korkusuyla.

Ahmet Ümit’in Kaleminden: Aşkın Anatomisi

Ahmet Ümit, polisiye romanlarıyla tanınsa da, Aşk Köpekliktir adlı kitabında bambaşka bir yönünü ortaya koyar: insan ruhunun en kırılgan, en savunmasız hâlini. Bu kitapta cinayet yoktur ama duygusal bir çöküşün izleri vardır. Gerilim yoktur ama içsel çatışmaların yarattığı bir sarsıntı vardır. Yani bu kitap, bir suçun değil; bir duygunun anatomisidir.

Ümit’in kalemi, karakterlerin iç dünyasını açarken yargılamaz. Onları ne kahraman yapar ne de kurban. Sadece oldukları gibi gösterir. Bu tarafsızlık, okuyucunun karakterlerle empati kurmasını kolaylaştırır. Çünkü hepimiz bir zamanlar o karakterlerden biri olmuşuzdur: sevilmek için kendini küçülten, terk edilmemek için susan, değer görmek için kendinden vazgeçen.

Yazar, aşkı bir duygu olarak değil; bir süreç olarak ele alır. Bu süreçte karakterler değişir, dönüşür, bazen de çözülür. Her hikâye, aşkın başka bir yüzünü gösterir. Birinde tutku ön plandadır, diğerinde bağımlılık. Birinde umut vardır, diğerinde hayal kırıklığı. Ama hepsinde ortak olan bir şey vardır: aşkın insanı dönüştüren gücü.

Ahmet Ümit’in dili yalın ama derindir. Her cümle, bir iç hesaplaşmanın izlerini taşır. “Aşk, insanın kendine karşı işlediği bir suçtur” der gibi yazılmış satırlar vardır. Bu satırlar, okuyucuyu sadece düşündürmez; aynı zamanda kendi geçmişine, kendi ilişkilerine dönüp bakmaya zorlar.

Kitabın en güçlü yönlerinden biri de, aşkı sadece bireysel bir deneyim olarak değil, toplumsal bir olgu olarak da ele almasıdır. Erkeklik rolleri, kadınların duygusal emeği, ilişkilerdeki güç dengeleri... Tüm bunlar, hikâyelerin arka planında ustalıkla işlenmiştir. Bu da kitabı sadece bir aşk anlatısı olmaktan çıkarır; bir toplumsal yüzleşmeye dönüştürür.

Aşk Köpekliktir, sadece aşkı değil; aşkın insan üzerindeki izlerini, toplumsal rollerle nasıl iç içe geçtiğini ve bireyin bu roller arasında nasıl sıkıştığını anlatıyor. Ahmet Ümit’in kalemi, aşkın gölgesine ışık tutarken bizi de kendi karanlığımızla yüzleştiriyor.

Kendi Hikâyem: Bu Kitap Bende Ne Uyandırdı?

Bazı kitaplar vardır, okursun ve kapattığında unutursun. Ama bazıları vardır ki, seni sana anlatır. Aşk Köpekliktir benim için tam da böyle bir kitaptı. Her satırında kendimden bir iz buldum. Her karakterde, geçmişteki bir hâlimle yüzleştim. Ve en çok da, aşkın insanı nasıl dönüştürdüğünü, hatta nasıl yok ettiğini düşündüm.

Ben de sevdim. Hem de öyle bir sevdim ki, kendimi unuttum. Onun mutluluğu benimkinden daha önemliydi. Onun sessizliği, benim içimde fırtınalar koparırdı. Ve her defasında, “belki bu kez farklı olur” diyerek geri döndüm. Tıpkı kitapta anlatılan o karakterler gibi. Sadakat sandığım şeyin aslında bir teslimiyet olduğunu çok sonra fark ettim.

Bu kitap bana, aşkın sadece bir duygu değil; bir aynaya bakmak olduğunu öğretti. O aynada gördüğüm şey, bazen güçlü bir adamdı; bazen de sevdiği kadının gölgesinde silinmiş bir çocuk. Ve bu yüzleşme, kolay olmadı. Ama gerekliydi. Çünkü insan, ancak kendine dürüst olduğunda iyileşmeye başlar.

Ahmet Ümit’in diliyle anlatılan o hikâyeler, bana sadece başkalarının hikâyesi gibi gelmedi. Onlar, benim de hikâyemdi. Belki senin de. Çünkü aşk, hepimizin ortak yarası. Ve bu yara, bazen bir kitapla kanar; bazen de o kitapla kabuk bağlar.

Aşk Köpekliktir sadece bir kitap değil; içimde bir şeylere dokunan, sustuklarımı konuşturan bir yankıydı. Bu yazı da bir analizden çok, o yankının izini sürmekti. Belki de bu yüzden bu kadar gerçek, bu kadar insanca.

Sonuç – Aşkın Gölgesinde Kalan İnsan

Aşk, insanın en çok konuştuğu ama en az anladığı duygulardan biri. Herkesin bir tanımı var, herkesin bir hikâyesi. Ama bu yazıda gördüğümüz gibi, aşk sadece bir mutluluk hâli değil; aynı zamanda bir sınav, bir yüzleşme, bir çözülüş. Ahmet Ümit’in Aşk Köpekliktir kitabı, bu çözülüşün izlerini taşıyor. Ve biz de o izleri takip ederek aşkın gölgede kalan yüzünü anlamaya çalıştık.

Sadakatle teslimiyet arasındaki farkı, tutku ile bağımlılık arasındaki çizgiyi, sevgiyle kendinden vazgeçiş arasındaki uçurumu gördük. Aşkın bizi nasıl dönüştürdüğünü, bazen nasıl yok ettiğini ama yine de nasıl vazgeçilmez olduğunu konuştuk. Çünkü aşk, insan olmanın en çelişkili hâlidir. Hem en çok kendimiz olduğumuz an, hem de en çok kendimizden uzaklaştığımız zaman.

Bu yazı, sadece bir kitap değerlendirmesi değil; aynı zamanda bir içsel yolculuktu. Belki sen de bu satırlarda kendinden bir şeyler buldun. Belki de aşkı yeniden düşünmeye başladın. Eğer öyleyse, bu yazı amacına ulaşmış demektir.

“Bazen en çok sevdiğimiz, en çok unuttuğumuzdur kendimizi.”

Murat Apay

3 yorum:

  1. Çok acıklıydı abi.Sana tavsiyemdir ! Zaman, yapılan hataları törpüler. Bir gün gelir, yanlış bir sözün yankısı diner, yanlış bir adımın izi silinir. Ama yapılmayanlar…
    Onlar, içimizde sessizce büyüyen boşluklardır.
    Bir adım atmadığın için kaçırdığın bir ihtimal, bir “belki”nin içinde kaybolan bir hayat, bir “ya sevmezse” korkusuyla sustuğun bir cümle…
    İşte onlar, zamanla değil; ancak cesaretle yüzleşilirse geçer.
    İnsan çoğu zaman, pişman olmamak için susar. Ama bilmez ki, suskunluk da bir tercihtir ve bazı suskunluklar, en yüksek çığlıklardan daha çok yankı bırakır.
    Yapılanlar, zamanla birer hikayeye dönüşür. Ama yapılmayanlar, hep “keşke”nin gölgesinde kalır. Ve insan, en çok da kendine söyleyemediği sözlerin ağırlığını taşır.
    Bu yüzden bazen hata yapmak, hiçbir şey yapmamaktan daha insancadır. Çünkü cesaret, her zaman doğruyu bulmak değil; bazen sadece denemektir.Ve belki de hayat, tam da o denemelerin toplamıdır. Yani, pişmanlıkla değil; cesaretle hatırlanacak bir yolculuktur.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Halit Ziya Bey, yorumunuz beni gerçekten derinden etkiledi. Söylediklerinizin her satırında kendimden bir şey buldum. Aşk üzerine çok düşündüm, çok yazdım, hatta bir roman bile yazabilirim — belki de yazıyorum. Ama hiç âşık olmadım. Belki sadece sevilmek istedim, belki bir aile kurmak, belki de birinin gözünde var olmak...

      Ama bir gün, bir fotoğrafla, bir sesle, bir mesajla içimde fırtınalar koptu. Henüz yüz yüze bile gelmeden, onunla bağ kurmuştum. Plan yapmadan, sadece “o olsun da nasıl olursa olsun” diyerek. Ve evet, aşkın karanlık yüzünü daha önce görmüş birini sevmek, onunla bağ kurmak, bazen bir çıkmaz oluyor. Aramamaya, yazmamaya yemin ettim. Ama en çok da zamanın beni ondan uzaklaştırmasından korkuyorum. Belki de en büyük ilacım, en büyük kaybım olacak.

      Siz çok güzel söylediniz: “Suskunluk da bir tercihtir.” Ve bazen, en çok da söyleyemediklerimizin ağırlığını taşırız. Belki de bu yüzden yazıyorum. Çünkü yazmak, bazen söyleyemediklerimizi fısıldamanın en insanca yoludur.

      İçtenliğiniz ve bu derinlikli yorum için teşekkür ederim. Bu yazı artık sadece benim değil, sizin de hikâyeniz oldu.

      Sil
    2. Bu benim hikayem olamaz abi. Çünkü ben aşık oldum ve çok sevdim. Gerçekten çok aşık olup seversen karşılık buluyorsun. Yani kısaca demem odur ki sevilen bunu kalbinde hissedip o da seviyor.

      Sil